Direniş Vol.1: Patates Çuvalı
03.04.2015 16:26
Çocuktuk.
Tertemiz bir kalbin atışlarıyla beslenirdi dünyayı değiştirme umudu. Büyüklerin korkularıyla, hırslarıyla, çıkar çatışmalarıyla kirlettiği dünyayı temizleyecek, tüm karanlığı silip süpürecek ışık bir gülümseyişle yayılırdı dünyaya. Umut, neşe, inanç vardı var olmasına da “ben buradayım” diye haykıran o küçücük bedenin varoluş sancılarından bihaber yetişkinlerin tavırlarıydı tüm aydınlıkları karartan. Çabalamadık mı çocukken, bağırmadık mı avaz avaz: “Ben buradayım! Karanlığınızı aydınlatmaya hazırım!” Bundandı belki bir an önce büyüme isteğimiz. Ama yoktu gücümüz işte..
İlkokulu bitirdiğim yazdı. Kendimi kitaplara adadığım, içimde büyümek için çırpınan bir filizin yeşerdiği yaz. Apartmanın ikinci katında, bir duvarı camla kaplı, boş bir oda vardı ve ben o odaya gözümü dikmiştim. Tek işlevi komşuların patates ve soğanlarını barındırmak olan bu sahipsiz oda pekala bizim için renkli kocaman bir dünya olabilirdi. Apartman çocukları için bir kütüphane, bir çalışma odası soğuk kış günleri için sıcak bir buluşma mekanı… Önce arkadaşlara sonra apartman yöneticimiz Ömer Amca’ya – ki o çocuk kalbine eğilmeyi başaran nadir insanlardandır – açtım fikrimi. Hemen hazırlıklara başladık. Boyumuzdan büyük fırçaları elimize alıp temizlemeye giriştik. Kapıcı izindeydi ve bizim onun dönüşünü beklemeye yetecek sabrımız yoktu. “Kütüphanemiz” i öncelikle her yanına sinmiş soğan kokusundan arındırmamız gerekiyordu. Temizlik bitti, komşuları tek tek dolaşıp kullanmadıkları kitapları topladık. Üç masa, ufak bir kitaplık, 3 saksı çiçeği, 35 kitapla açılışımız için her şey hazırdı. Kestiğimiz karton parçalarına resimler yapıp açılış davetiyelerimizi hazırladık, gelen misafirlerimize ikram etmek için limonata yaptık. Yöneticimiz Ömer Amca’nın kırmızı kurdeleyi kesmesiyle kütüphanemiz açılışını yaptı, ve topladığımız bağışlarla biz o gün mutlu çocuklar olarak uyuduk.
Sonra… Sonra… Bizim kocaman kalplerimiz evlerinde patates ve soğanlarını sığdıracak yer bulamayan komşu teyzelere yenik düştü. Onlarla mücadele edecek gücümüz yoktu, yaptığımız her karşı çıkış “şımarıklık” addedildi. Sustuk, yenildik. Hayallerimizi sığdırdığımız renkli dünyanın büyüklerin her tarafa yaydığı grinin içinde kaybolmasını izledik. Kırıldık ve her gece uyumadan önce bir an önce büyümeyi diledik.
Büyüdük.
Artık çocuk kalbinde beslenen umutlarımız, inancımız, hayallerimiz ve bu hayalleri gerçeğe dönüştürebilecek enerjimiz vardı. Dünyayı yerinden oynatabilir; bu emek hırsızı, bu insana değer vermeyen, bu kendi kendini yok eden sistemi değiştirebilir; herkes için yaşanabilir yemyeşil bir dünya yaratabilirdik. Ne pahasına olursa olsun direnebilirdik. Direndik. Canlarımızı aldılar, kana buladılar, aydınlığımızı karartmak için öfke saçtılar. Oysa bu sistemi değiştirebilecek her şey bizim elimizdeydi: inanç, hayaller, enerji, masumiyet. Ve ne yazık ki hala bizden ‘büyük’ birileri vardı. Yaptığımız her şeyin boş, anlamsız, nafile olduğuna inanan; ‘imkansız’ sözcüğünün karanlığında boğulmuş; her tarafa umutsuzluk saçan ‘büyükler’: sistemin köleleştirdikleri.
Daha fazla büyümek istemiyorum.
Onlardan biri olmaktan çok korkuyorum.
Pes etmekten, bu kokuşmuş sistemi kabullenip kendimi onun akışına bırakmaktan çok korkuyorum.
Ben soğan ve toprak kokusu sinmiş, gri, işe yaramaz bir oda değil; ışık saçan, sıcacık, renkli bir dünya istiyorum.