Birikmiş Sözcükler...
06.05.2014 00:00“Ben milliyetçi bir ailede doğdum.”

Dedem – mekanı Cennet olsun – hep “karşı görüşü okumadan fikrini savunamazsın” inancındaydı.
Okumadığı kitabı asla kütüphanesine koymaz, her fikre hakim olmaya çalışırdı.
Kitapçıydı.
80’lerden sonra kitap satışlarının azaldığından, kimsenin eskisi kadar kitap okumadığından şikayet ederdi.
Herkesin fikrine önem verdiği bir insandı.
Onunla asla yakın olamadım. Babamın, amcalarımın bana aşıladığı “o’nun sertliği”nden mi bilmem bu hep böyle oldu.
Bu sınırı yıkan hep kardeşimdi.
Dedemle arasında hep bir samimiyet, hep bir sıcaklık vardı.
Nitekim dedem vefat etmeden önce kütüphanesini onlarca torunu arasından Almıla’ya emanet etti.
İmrendim, kıskanmadım.
Görüşleri birbirine yakındı, sohbet edecek çok konuları vardı.
Dedemin sohbetini dinlemek hayatımın en keyifli anları olarak yer alacak, bu şüphesiz.
Önce dinler, sonra konuşurdu.
Karşısındakine saygısı sonsuzdu.
Ben “Psikoloji” yazmak istediğimde ve babam karşı çıktığında tepkisi “Bırakın kız ne istiyorsa onu okusun” olmuştu.
Çocuklarına karşı sevgisini gösteremese de torunlarına karşı hep sevecendi.
Ama biz hep onların bize aşıladığı “dede” figüründen korktuk, çünkü onlar korkmuştu.
Sertti, otoriterdi.
Evde TRT Haber dışında televizyon açılmazdı.
Bugün, şunu fark ediyorum ki biz dedemden gereksiz yere korkmuşuz zira benden ufak kuzenlerimle “Tavuklar Firarda”yı izlediğine de şahit oldum, bizden kola ve cips istediğine de.
Amcamın ölümünden sonra dedem kanser oldu.
Bir gün o yatarken “Dede, su ister misin?” diye sordum.
“Hayır, Almıla versin.” dedi.
Kırıldım, çok kırıldım, üzüldüm, odada sessizce ağladım, ama anladım.
Babam, amcam, halam gündüz başında beklerken bütün gece boyunca yanında bekleyen Almıla’ydı.
Bazen ders çalışır, bazen dua ederdi.
İkisi de birbiri için çok önemliydi.
Sınavlar için İstanbul’a dönmem gerektiğinde dedemin elini tutup vedalaştım.
Babaannem beni çekip elime harçlık tutuşturdu, deden söyledi dedi.
Ben odaya geçip sessiz sessiz ağladım.
Almıla sınavları için dedemin başındaki nöbetine ara vermesi gerektiğinde dedeme en yakın zamanda döneceğini söyleyerek vedalaştı.
Sınavları bitti, bana “şimdi gideceğim ama çok yorgunum ne yapsam?” dedi.
“Bu halde gitsen de bir işe yaramaz, dedemin başında bekleyemezsin, biraz uyu, gece biner, sabah orda olursun.” dedim.
Hayatımın en büyük ikinci pişmanlığı: Almıla yetişemedi.
İlki amcamdaydı: “Yeğenim, sen çok güzel rakı sofrası kuruyormuşsun, bana ne zaman kuracaksın?” “Amca, bu ara çok yoğunum, yanına gelemem, Ağustos’a sözüm olsun.”
Amcam 27 Temmuz 2009’da öldürüldü.
Almıla uyuyor. Biz salondayız, annem telefonda: “Hemen geliyoruz.”
“Anne” dedim. “Almıla?”
Odaya girdim. “Almıla uyan, Kaman’a gidiyoruz.”
“Ays, yapma” dedi. Ağladı, ben ağladım.
Benim geçmiş yaşantıma dair iki pişmanlığım var biri amcam biri dedem.
Keşke ikisine de daha yakın olabilseydim.
Keşke amcama o rakı sofrasını kurabilseydim.
“Ben milliyetçi bir ailede doğdum.”
Bugün 6 Mayıs – bu yazı Deniz’e Yusuf’a Hüseyin’e olacaktı, amacından çok saptı.
Birikmiş sözcükler dışarı taştı belki.
Kavuşmaya az kaldı.